SON DAKİKA
YABANCI SORUNU GİDEREK BÜYÜYECEK
PROJESİZ BAŞARI OLMAZ!
AVRUPA LİGİ STATÜSÜ NASIL?
BAŞKAN ADAYLARI MUTLAKA OKUSUN!
SPOR YAZARLIĞI VE ZAVALLI ANKARA!Spor Yazarı Yusuf Yalkın, bakanların ilk gün makam odalarında yaşadıkları heyecanı, şaşkınlığı ve korkularını kaleme aldığı yazısında, Ankara'da görev yapan spor yazarlarının nasıl ötekileştirildiğini de mercek altına alıyor. İşte o yazı...
Seçim sonrası aklım bakın nerelere gitti…
Gençlik yıllarımız…
İçimizden sürekli gazetelerimizde manşet olmak isteğinin geçtiği dönemler…
Ankara’da önemli bir şeyler olsa da, haberimiz sayfalara girse; biz de imzamızın keyfini yaşasak diye düşünürdük.
Gazetecilikte bu heyecan hep olur!
Zaten heyecan biterse, “O kişinin işi bırakma zamanı gelmiştir” diye düşünülür.
Geçmişte, yeni bakanların atandığı günlerde Ankara’da genelde hareketli saatler yaşanırdı.
Herkes bir bakanın peşine düşer, röportaj yapmaya çalışırdı.
Bizlerde spor bakanını takibe alırdık.
Hemen hepimiz, “Atlattık” derdik, ama ertesi gün her gazetede, “Spor bakanı ilk demecini bize verdi” diye çıkardı!
Bu sonuçla karşılaşacağımızı bile bile nedense aynı heyecanı yaşardık, ilk röportajlarda…
Aslında, benzer sahnelerdi bunlar.
Karşımızda, biraz otoriter olmaya çalışan, elbisesi mutlaka “Koyu renk olan” birisini bulurduk.
Bizim sorularınız belliydi; çiçeği burnundaki bakanın vereceği cevaplar da…
Yüzünde, ciddiyetini bozmayacak “Bıyık altı bir gülümseme” olurdu çoğu kez; mutluluğunu saklamak ister, ama beceremezdi.
Odası dolup taşardı!
Kutlamaya gelenlerin bir bölümü içeride olur, bir grup da kapıda sırasını beklerdi…
Kendi aramızda klasikleşen şu konuşmayı yapardık:
“Bugün tebrik etmenin zamanı mı kardeşim? Bu olsa olsa yalakalıktır…”
Aslında bakan da sıkıntı yaşardı bu kişilere el uzatıp, hatır sormaktan; hatta yorulurdu…
Ama sesini çıkaramazdı!
Bizim bakana sorumuz klasikti; “Türk Sporu’nu kurtarmak için öncelikli olarak neler yapmayı planlıyorsunuz?” gibilerinden....
Hem sorar, hem de içimizden gülerdik.
Nasıl gülmeyelim?
Adam daha iki dakika önce bakan olmuş!
Ne projesi, ne sorunu; nereden bilebilirdi ki bunları!
Zaten cevap verirken, genellikle tedirgin olurlardı…
Korkularını, endişelerini gözlerinden okurduk!
Daha ilk gün “Pot” kırmaktan çekinirlerdi.
Neticede, biz görevimizi yapmanın huzuruyla odadan çıkar; onlar ise ilk günü kazasız atlatmanın rahatlığıyla uğurlardı bizi.
Biz mutlu olurduk genelde…
Ya onlar?
Duyguları nasıl olurdu bilemeyiz; ama bir şaşkınlık yaşadıkları kesindi…
* * *
Bizler bir başka heyecanı; Fenerbahçe, Beşiktaş ve Galatasaray’ın Başkent’e geldiği zamanlarda yaşardık.
Eskiden, şimdiki gibi bürolarda 1- 2 kişi olmazdı.
7- 8 kişiden oluşan ciddi spor servisleri vardı.
Hemen hepimiz büyük takımların maçını yazmak ister, bu ekipler gelince de; görev beklerdik…
Her nedense, bu konuda İstanbul’daki spor merkezleri çok cimri davranırdı bizlere karşı.
Kendi adamlarını gönderirlerdi.
Ses çıkaramazdık!
Ama meslekte palazlanınca; hak aramaya başladık.
Ciddi direnişlerde bulunduk!
“Hak verilmez, alınır” desturundan hareketle, başardık sonunda…
Biz yazmaya başladık bu maçları…
* * *
Böyle çekişmeler olmuyor artık.
İstanbul için spor “Futbol” demek, üç büyükler demek…
Ne gereği var öteki takımların, sporların?
Başkent’te kalabalık spor servisleri niye olsun ki?
Birer kişi yeter de artar bile!
Hatta hiç olmazsa da olur.
Nasılsa direnen, başkaldıran, isyan eden yok artık!
Başkent, onların kafasında hep taşraydı, kasabaydı; şimdi neredeyse “Köy” oldu.
Ankara’ya yazık oldu!
İLGİLİ HABERLER
|