SON DAKİKA
YABANCI SORUNU GİDEREK BÜYÜYECEK
PROJESİZ BAŞARI OLMAZ!
AVRUPA LİGİ STATÜSÜ NASIL?
BAŞKAN ADAYLARI MUTLAKA OKUSUN!
MAĞARADA HENTBOL OYNATTILAR BİZE!..Yusuf Yalkın yazdı... Türkiye Hentbol Federasyonu'nun kuruluşunun 44.yılı bugün... Kimseden ses çıkmıyor... Sanki ölü toprağı serpilmiş hentbolumuzun üstüne... Bu durum gerilere götürdü beni... Taaa Norveç'e... Oradaki hentbol sevgisine... Spor kültürüne... İnsanlığa...
Ankara Türkiye’nin, aynı zamanda sporun merkezidir…
Bakanlık da, genel müdürlük de, federasyonlar da buradadır. Başkanların bir bölümünün ikametleri Ankara olmasa bile faaliyetlerini buradan organize edip yönetirler… Sporun kalbi başkentte atar! Federasyonların asli görevi, branşlarını tanıtmak, büyütmek, geliştirmek, sevdirmektir. Toplum, o spor dalını ne kadar benimser, sever, ilgi duyarsa; o dalın gelişmesi ivme kazanır. Sonuçta, bir spor kültürü oluşur! Aksi taktirde iş, “Körler sağırlar, birbirini ağırlara” döner. Kendin çalar, kendin oynarsın… * * * Bunları neden yazdım? Hentbol Federasyonu, 1976’nın 4 Şubat’ında 22. federasyon olarak kuruldu; 44 sene önce… Azımsanmayacak bir süre… Federasyon, 44. kuruluş yılında ne yaptı; bilen, duyan var mı? Bu nasıl ilgisizlik böyle? En basiti Ankara’da bir kokteylde mi veremezdiniz; bırakın oteli, hentbol salonunda da olurdu… Kırmızı Karma- Beyaz Karma adı altında bir maç organize ederek, nostaljik bir atmosfer yaratmak o kadar mı zordu? Eskileri, yenileri bir araya getirmek, hoş olmaz mıydı? Yoksa aranızda camianın kaynaşmasını istemeyenler mi var? “Küssünler, uzak dursunlar, hiçbir şeye karışmasınlar. Biz de işimizi yürütelim” özetini yaparsak, sanırım haksızlık etmiş olmayız! İnsanın aklına, Maarif Nazırı Emrullah Efendi’nin “Şu mektepler olmasa, maarifi ne güzel idare ederdim” sözü geliyor ister istemez! Neyse… * * * Her şey ortada… Geçmişte olduğu gibi “Gümbür gümbür geliyor hentbol” diyemiyor kimse artık? Aksine, kabuğuna çekilmiş bir federasyon ve hep “Kapalı devre yayın yapan” bir anlayış! Hentbol kaybolmaya yüz tuttu; bir anlamda toplumun dışına itiliyor. Okullarda ilgi bitmek üzere! Alt yapı kuruyor… Oysa, hentbol 1987- 93 yılları arasında alt yapı faaliyetinde “1 numara” oldu… Hiç unutmuyorum, voleybolu sollamış, basketbolla “kafa kafaya” gelmişti. “Yıldızlar projesi” öyle güzel yayılmıştı ki ülkeye; hentbol gencecik insanların ilgi odağında en ön sırayı almış, yıldız hentbolcular çığ gibi çoğalmıştı. Nitekim buradan çıkan elit sporcularla Milli takımlar ve kulüpler tam 15 sene vaziyeti idare ettiler… Sonra?.. Durum ortada; 83 milyona dayanan Türkiye’de kaç kişi hentbol federasyonun faaliyetlerini biliyor, izliyor, merak ediyor? Kaç kişinin hentbol liglerinden haberi var? Kaç kişiye sorduğunuzda size, “3- 5 hentbolcu ismi” sayabilir? Şaka değil… Tablo gerçekten karanlık! Bir yaşanmış olayla noktalayacağım yazımı. Yıllar önce Norveç’e gittim Genç Milli Hentbol Takımı ile… Cengiz Karakaşoğlu, Mustafa Aslan ve Feridun Dorak ve sporcularımızla çok ilginç bir olay yaşadık. Oslo’ya yakın Gjovik kasabasında Avrupa Şampiyonası grup eleme maçları vardı. İlk karşılaşma için mihmandarımıza salona nasıl gideceğimizi sordum. “Uzakta değil” dedi; “Yürüyerek gideriz!..” Otelden çıktık, arkasına takıldık adamın… Dağa doğru yürüyordu; tedirgin oldum ama “Ayıp olmasın” diye sesimi çıkarmadım. 500 metre kadar yürüdükten sonra dağın yamacında karşımıza üzerinde büyük harflerle “Fjellhall” yazan kocaman bir kapı çıktı. Nereden bileyim ben Norveççeyi! Fjellhall ne anlama geliyordu? “Var bunda bir hal” dedim; içimden! Hadi diyelim “Hall” salon; ama Fjell neyin nesiydi?.. Mihmandar, “Buyrun, girin içeri. Salon burası” dedi. Ve girdik Fjellhall’e… Büyük bir mağara düşünün… Otantik yapısı bozulmadan dağın altı resmen oyulmuş… Devasa bir tünel sanki! İçeride muhteşem bir aydınlatma var. Gün ışığında gibisiniz… Ortada, koltukları kaya parçalarından yapılmış dört tribünlü bir salon… Ve salonun dört bir yanında kafeteryalar, çocuklar için oyun alanları, fitness merkezleri, restoranlar, çok büyük akvaryumlar, kütüphane, sinema ve bowling salonları, kuaför, hediyelik eşya satan dükkanlar, disko, insanların eğlenmesi için aklınıza gelen ne varsa, hepsi mağarada, pardon spor salonunda! Kasaba sakinleri, çocuklarını alıp buraya geliyorlar. Kimileri maçtan önce yemeklerini yiyor, kahvelerini, biralarını içiyorlar; kimileri de maç saatine kadar alış veriş yapıyorlar, sinemaya ya da kütüphaneye giriyorlar. Maç başlayınca, çılgınca takımlarını destekleyip alkışlıyorlar, gollerde havalara zıplıyorlar, bağırıyorlar, seviniyorlar, eğleniyorlar… Karşılaşmanın sonucu değil onları mutlu eden, orada bulunmak! O insanları izleyince, sporun sadece yenmek, yenilmek olmadığını daha iyi anlıyorsunuz. İnsanlardaki spor kültürünün nelere kadir olduğunu görüyorsunuz. Uzun lafın kısası; “Adamlar nerede, biz neredeyiz?” diye düşünüyorsunuz… Şimdi, “İyi güzel de, maç ne oldu?” diye soranlarınız olacaktır. Biz, mağara salonda oynadığımız maçlarda Belçika’yı yendik, ev sahibi Norveç’e yenildik! Ve ben ilk kez Milli takımımızın mağlubiyetine üzülmedim! Çünkü, Norveç’te maçlar sadece kazanmak ya da kaybetmek üzerine kurulu değildi. Maksat; oynamaktı, izlemekti, eğlenmekti…
İLGİLİ HABERLER
İlgili Haberler
|