SON DAKİKA
YABANCI SORUNU GİDEREK BÜYÜYECEK
PROJESİZ BAŞARI OLMAZ!
AVRUPA LİGİ STATÜSÜ NASIL?
BAŞKAN ADAYLARI MUTLAKA OKUSUN!
KATAR'DA ÇOK İLGİNÇ GÜNLER GEÇİRDİM!..Sitemiz Yazarı Duayen Gazeteci Yusuf Yalkın, 1981 yılında Katar'da düzenlenen Dünya Şampiyonası'nı izlerken yaşadığı olayları kaleme aldı. Yalkın makalesinde, "Şampiyonayı iki gazeteci arkadaşımla birlikte Katar emirinin davetlisi olarak izledik" diyor...
DOHA ÇOK FARKLI
BİR BAŞKENT! 1981 yılıydı; üç gazeteci Katar’a gittik. Erol Yaşar Türkalp, Rıdvan Yelekçi ve ben... Doha’da 23 gün sürecek bir serüvendi bu… Gidiş nedenimiz; Ordu Milli Futbol takımımızın Dünya Futbol Şampiyonası’na katılması... Katar Emiri'nin oğlu Spor ve Turizm Bakanı Al Tsani tarafından davet edilmiştik. Kenan Evren dönemiydi… O günlerde formda olan futbolcular askere çağrılarak Ordu Milli takımına alınmıştı. Takımda kimler yoktu ki! Kaleci Şenol Güneş kaptandı. Trabzonspor’dan ayrıca Sağbek Turgay, orta sahadan Güngör de Milli takıma çağrılmıştı. Bursaspor’un popüler ismi Sedat 3, Zonguldakspor’dan defans oyuncuları Muzaffer ve Muammer, Ankaragücü’nden orta sahanın beyni Cüneyt Memişoğlu, büyük golcü Halil İbrahim Eren, Beşiktaş’tan sağaçık Necdet, Galatasaray’ın flaş golcüsü Ayhan Akbin kadroya katılan bazı isimlerdi. Uzun bir uçak yolculuğundan sonra Katar’ın başkenti Doha’ya ulaştık. Millilerimizi bir otele, biz üç gazeteciyi de denizin kenarındaki Gulf Otel’e yerleştirdiler. Mısırlı mihmandarımız Mohammed Said, “Sabah kahvaltıda görüşürüz” diyerek, ayrıldı yanımızdan. Biz de, odalarımıza çekilip, erkenden uyuduk.
* * *
Millilerimiz ilk maçta ev sahibi ve şampiyonanın iddialı ülkesi Katar ile karşı karşıya geldi. Çok iyi mücadele ediyorduk. Bu maçı Katar’ın kazanması mucizelere bağlıydı. Bulgar hakem de bunu fark etmiş olacak ki, ceza sahasının en az 3- 4 metre dışındaki bir faul pozisyonunu içeri taşıyarak “penaltı noktasını” gösterdi. O zaman VAR falan da yoktu. Futbolcularımızın itirazları bir işe yaramadı. Ancak, kaleci Şenol Güneş, Katarlı forvetin vuruşunu muhteşem bir şekilde kurtardı. O ana kadar bir dakika bile susmayan seyirciler sus pus oldular. Stat adeta buza kesti! Ve maç 0-0 bitti. İkici maçta ise şampiyon olacak Kuveyt’e karşı direnemedik ve sahadan 3-1 mağlup ayrıldık. 4 takımlı gruptaki son maçımızda, ilk iki maçta oynatılmayan Ayhan Akbin’i Teknik Direktörümüz Şakir Kuruç’a bizzat biz üç gazeteci baskı yaparak ilk 11’e zorla da olsa aldırdık! Ayhan, Burkino Faso (Yukarı Volta) takımı karşısında muhteşem oynadı ve 4 gol birden attı. Maçı 7-1 kazandık. Ancak, bu galibiyet gruptan çıkmamıza yetmedi; Katar ve Kuveyt çeyrek finale yükseldiler. Sonuçta da diğer gruplardan gelenler karşısında üstünlük sağlayarak finalist oldular. Final maçında Kuveyt ev sahibi Katar’ı yenerek Dünya Şampiyonluğu’nu elde etti. Bizim ise tek tesellimiz Ayhan’ın tek maçta 4 gol atma başarısı göstererek şampiyonada gol kralı olmasıydı!
Şimdi dönelim başa… Birinci gün sabah kalktığımızda ilk işimiz, gazetelerimize nasıl haber geçeceğimizi araştırmak oldu. O dönemde cep telefonu falan yok! Dahası Türkiye ile otomatik bağlantı da kurulamıyor. Çünkü bizde öyle bir sistem henüz bulunmuyor! Mihmandarımız, “Telaş etmeyin, her gazeteciye birer telefon tahsis edildi. Türkiye’yi sizlere hemen bağlayacaklar” dedi ve bizi basın merkezine götürdü. Gerçekten salonda onlarca telefon vardı ve Katar’a gelen 70’ye yakın gazeteci bağıra çağıra ülkeleriyle konuşuyordu. Türkiye ile otomatik bağlantı yok ya; hemen santraldeki ilgiliden gazetelerimizi bağlamasını rica ettik ve ilk görüşmelerimizi çabucak yaptık. Bize aynı düzenin stadyumda da olduğunu söylediklerinde, iyice rahatladık... * * *
Doha’da felaket bir sıcak vardı. Gölgede 45-50 derece... Aylardan Temmuz… Zaten orada üç mevsim varmış; sıcak, çok sıcak, cehennemi sıcak… Ve bizler burada 23 gün kalacaktık! Neyse ki; otelin içi cennet gibiydi. Ancak, antrenman ve maçları izleyeceğimizden bu sıcağa katlanmamız gerekiyordu. Ve müsabakalar başladı... Kaleci Şenol Güneş’in penaltı kurtardığı ilk maçımızda ev sahibi Katar’la 0-0 berabere kaldık. Bu müsabaka ile ilgili yazılarımızı da stadyumdaki basın odasından rahatlıkla yazdırdık...
* * *
Ertesi saban maçla ilgili detay vermemiz gerekti. Otelin basın merkezine gittik. Manzara korkunçtu! Arap gazeteciler, ellerinde ikişer üçer telefonla birileriyle konuşuyorlardı. Tabii, bize tahsis edilen telefonlar da Arap meslektaşlarımızca zapt edilmişti! Bir süre bekledik; ama konuşmaların biteceği yoktu! Arap yalellisi gibi uzadıkça uzuyordu. Tam sinirlenmeye başlamıştık ki; Mihmandarımız Mohammed Said imdadımıza yetişti. Mohammed; sonradan adının El Sabah Bin Tallal olduğunu öğrendiğimiz Kuveytli gazeteciye sordu; “4 telefonla birden ne yapıyorsun?” El Sabah çok sinirli olduğumuzu görünce başladı anlatmaya; “Benim dört karım var. Hepsiyle, aynı anda konuşmak zorundayım. Birini önce arasam, ötekiler, alınganlık gösteriyor bana kızıyorlar. Şimdi üçünün gönlünü aldım ama dördüncüye durumu nasıl izah edeceğim, bilemiyorum!”
Durum anlaşılmıştı... Üç arkadaş birbirimize baktık ve halimize şükrederek yüzümüzde gülücüklerle salondan ayrıldık.
***Katar o yıllarda 500 bin nüfuslu küçük bir ülke... Çok büyük doğalgaz rezervlerine sahip... Başkent Doha’daki uzun günlerimiz bu ve benzer hikayelerle dolu geçti… Burası kişi başına düşen gelire göre dünyanın en zengin 4. ülkesi... Al Rayyan, Umm Salal, Al Khor, Al Wakrah, Al Daayen, Al Shamal adında yöresel bölgeleri de bulunuyor... Hergün koca koca mekanlarda kuzuların çevrildiği, sofralarda bir tek kuş sütünün eksik olduğu çok farklı davetlere katıldık. Şehrin önemli yerlerini gezdik, dükkanlarında alış veriş yaptık. Yerel yemeklerinden yedik... Dikkatimi çeken en önemli şey, bir şişe suyun bir litre benzinden çok daha pahalı olmasıydı! Ülkede çalışan insanların Katar’lı değil; daha çok Pakistanlı, Hindistanlı, Filipinli, Sri Lankalı, Bengladeşli, Mısırlı olduklarını fark ettik! Mısırlı mihmandarımızın ısrarı ile evine gittik… Çok iç açıcı bir ortam değildi. Mohammed bize “Genelde yabancı işçiler böyle koşullarda hayatlarını geçiriyorlar” dedi ve devam etti:
“Ben Mısır’da İngilizce öğretmeni olarak aldığım paranın 4 katını burada kazanıyorum. Bir süre daha çalışıp Kahire’ye ailemin yanına döneceğim…”
***
Bir yanda paraya para demeyen, görkemli binalarda, çarşılarda, evlerde, AVM’lerde süre gelen debdebeli hayat sürenler, diğer yanda biraz para artırmak isteyen ve sonrasında ülkesine dönmeyi, ailesine, eşine, çocuklarına kavuşmayı düşleyen insanlar…
Hayat böyle bir şey işte…
Umarım şimdilerde, 1981’deki koşullar değişmiştir; Doha’ya çalışmaya gelen insanlar için…
MUHTEŞEM BİR YAZI...SELİM SEVENAY, 2 yıl önce yorumladıHocam merhaba.. Nasılsınız? Yine harika bir yazı kaleme almışsınız... Bilmediğimiz gerçekleri gün yüzüne çıkarmışsınız. Sizin gibi yazarlara bu toplumun ihtiyacı var. Elinize yüreğinize sağlık.. Saygılarımı sunarım...
İLGİLİ HABERLER
|